Siyasal antropoloji çalışmalarında önemli bir referans kaynağı sayılabilecek bu kitapta, iktidar kavramının içeriği sorgulanarak ilkel topluluklarda şiddete dayanmayan iktidar türünün de mevcut olduğu ortaya konulmaktadır. Ayrıca, iktidarın sadece şiddet, zorlama, emir- itaat ilişkileri çerçevesinde tanımlanmasının etnosantrist bir bakış açısının ürünü olduğu, madalyonun diğer yüzünde ise devletsiz toplumların yani şiddete dayanmayan iktidarların da gözden kaçırılmaması gerektiği vurgulanmaktadır.
Clastres, devlet olgusunun kökenini, siyasal iktidarın şiddet kullanma yetisine sahip olmaya başladığı dönemle tarihlendirmektedir. Zorlamanın ve itaatin her yerde ve her zaman siyasal iktidarın özünü oluşturduğunun söylenemeyeceği ifade eden yazar, antropolog ve etnologların ve de siyaset bilimcilerin bu noktada etnosantrizm[1] içinde olduklarını belirtmektedir. Clastres, ayrıca devletin kökenlerini salt üretim ilişkilerindeki değişmelerde-artı değerin ortaya çıkmasında- bulan Marksist kuramın da bilimsellikten yoksun olduğunu vurgulamaktadır. Zira artı değeri üretememiş pek çok toplumda şiddete dayanan bir iktidar- yani devlet- görülmekte iken, artı değerin mevcut olduğu bazı toplumlarda ise şiddete dayalı bir iktidar türü görülmemektedir.
Arkaik olsun olmasın tüm toplumların siyasal bir yapı ortaya koyduklarını ifade eden yazar, toplumları iktidarı var olan, iktidarı var olmayan toplumlar olarak ikiye ayrılamayacağının altını çizmektedir. Bilimsel bir tasnif; zorlayıcı iktidar, zorlayıcı olmayan iktidar şeklinde yapıldığında kendisini gösterecektir. Clastres’e göre siyasal iktidar, insan doğasından, yani doğal bir varlık olarak insandan kaynaklanan bir zorunluluk değilse bile, toplumsal yaşamın özünden kaynaklanan bir zorunluluktur. Şiddetsiz siyaset düşünülebilir, oysa siyasetsiz toplum düşünülemez. (syf.20)
Devlet’in egemen sınıfın baskı aracı işlevini gördüğünü kabul eden Clastres, bu işlevi hazırlayan ana etken hususunda Marksist kuramın yanılgıya düştüğünü ifade etmektedir. Zira siyasal bir ilişki olan, iktidar, ekonomik bir ilişki olan sömürüden öncedir ve ona zemin hazırlar. Yani devleti müjdeleyen gelişmeler ekonomik ilişkilerden çok siyasal ilişkilerde aranmalıdırlar. Ancak bu başlangıç noktasından sonraki bir evrede devlet egemen sınıfın baskı aracı haline dönüşmüştür. Zira Amerika’nın Batı tarafından keşfedildiğinde, karşılarında kendilerince tembel olduklarını düşündükleri bir toplulukla karşılaştılar. Bu insanlar etnosantrist bakışın ifade ettiği “geçim ekonomisi”ne yani sadece ihtiyaçlarını karşılayacak bir ürün miktarına sahip değillerdi. Bu toplumlarda ortaya çıkan artı-ürüne sahip çıkan bir egemen sınıfın mevcut olmadığını ifade eden Clastres, bu artı ürünün şölen ve eğlencelerde tüketildiğini ifade etmektedir. Bu toplumlarda yaşayan insanları daha fazla artı ürüne teşvik eden şeyin ise bir dış zorlamanın yani siyasal bir etkenin getirisi olduğu ortaya koyulmaktadır. Clastres’e göre toplum, ezilenleri sömürmeyi bile baskıcılar tarafından örgütlenmişse, bunun nedeni, bu yabancılaştırıcı gücün elinde belli bir kuvvetin, bizzat devletin özünü oluşturan “yasal fiziki şiddet tekeli”nin bulunmasıdır. Bu ilk durumda devlet, başka bir yerde tamamlanmış( bu tamamlanma noktasına pek bir açıklık getirilmiyor) bir işlevin gereksiz bir organıdır. Nihai olarak; Clastres’e göre devlet aygıtının ortaya çıkışını toplumsal yapının değişmesine bağlamak, ortaya çıkış sorununu ertelemekten başka bir işe yaramamaktadır.(syf 163.)
Clastres, şefliğine layık görülmekteki tek etkenin teknik beceri olduğunun altını çizmektedir. Yani bu beceri; hitabet gücü, avcı olarak ustalığı, savaşta saldırı ya da savunma harekâtlarını düzenleme yeteneğidir. (syf. 165) Bazı toplumları devlet haline getiren yani şefe zora dayanan iktidar yetisi kazandıran şeyin ise, büyük ölçüde söylemsel bir etkenin sonucunda ortaya çıktığı ifade edilebilir. Clastres’e göre, şeflerin söyleminde belki de tohum halinde iktidarın söylemi gizlidir ve belki de insanların arzularını dile getiren yol göstericinin yüceltilmiş çizgilerinin altında, despotun suskun ifadesi mevcuttur.(syf. 174)
Clastres; kitabının son bölümlerinde “Devlet, kaynağını sözden alıyor olamaz mi?” sorusunu yönelterek, okuyucuyu üzerinde fazlaca düşünülmesi gereken bir problemle baş başa bırakmaktadır. Kitabın son cümlesinde ise; tarihi olan halkların tarihinin sınıf mücadelelerinin tarihi olduğunun söylendiğini, oysa tarihi olmayan halkların tarihinin de, aynı ölçüde geçerli bir yaklaşımla, devlete karşı toplumların tarihi olduğunun söylenebileceğini ifade ederek, ilgili literatüre dair yepyeni bir bakış açısı kazandırmaktadır.
[1] Yazar bu etnosantrist bakış açısı sebebiyle, iktidarın batı kültüründeki biçiminin diğer bütün biçimlerin ölçüsü, hatta telos’u saymakta inat edilirse, bilimsel bir ürün ortaya konulamayacağını vurgulamaktadır.
Candaş CAN
Candaş CAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder