23.02.2015

Devletin Antropolojisi | Marc Abeles

Devlet olgusunun antropolojik görüngüleri üzerine önemli bir başucu kitabı niteliğine sahip bu eserde, siyaset bilimi ve antropolojinin ortak kaynaklara sahip olduğu ifade ediliyor. Zira Abeles’e göre her ikisi disiplinde geçmişi bugünden yola çıkarak düşünmeye çalışarak, devlet ile devletten önce var olan şey arasında bir dikotomi (ikili bölü) kurarak, sonra da bu kesikliliği aşmaya imkan veren süreci yeniden kurmaya girişmekten kaçınmayarak, aynı geriye doğru tutumu benimsemiştir.(syf. 9)

Kitabın ilk bölümü olan “Devlet Takıntısı” adlı bölümde Morgan, Maine, Evans-Pritchard ve Fortes gibi antropologlardan hareketle devletin kökeni sorgulanıyor. Kitapta devletin kökenlerinin akrabalık bağlarının yerini alan toplumsal bir örgütlenmede aranması gerektiği ifade edilmektedir. Abeles bu düşüncelerine, öncelikle toplum sözleşmesi kuramcılarının (Hobbes, Locke, Rousseau) bir eleştirisini yaparak başlamaktadır. Yazara göre toplum sözleşmesi kuramı; salt felsefeden hareketle inşa edilmiş, tarihsel gerçeklik ile uyuşmayan bir soyutlamadan ibarettir. Bu anlamda, örneğin Locke’un ifade ettiği gibi insanlar hür doğmaz. Bir ailenin içine doğarlar ve bu ailede babanın iktidarı söz konusudur. Babanın iktidarı, ötekiler gibi bir yönetme biçimidir; ne daha az ne daha çok meşrudur.(syf. 27)


Abeles; siyasal antropolojinin kaynağını, doğal hukuk felsefesi paradigmasının eleştirisinde bulduğunu ifade etmektedir. Zira tasvir edilmiş olan doğa durumu, tarih ve mantık dışı görünüm sergilemektedir.Abeles Maine’nin çalışmalarının yardımıyla; en temel grubun ailenin aynı soydan gelen en yaşlı erkeğe bağlı olduğunu, ailelerin birleşmesi ile urukların(geniş aile) oluştuğunu ve kabilelerin birleşmesi ile de devletin ortaya çıktığını belirtmektedir.(syf. 24)

İlk insan topluluklarında siyasal bağların mevcut olmadığı tezini reddeden Abeles, devletsiz toplumlardan devletli toplumlara geçişin köleliğin başlangıcında aranması gerektiğini ifade etmektedir. Yazar bu hususta La Boetie’nin “gönüllü kölelik” tabirini kullanarak, devletin kökeninin bu itaat ilişkisinde kendisini göstermiş olabileceğini vurgulamaktadır.

Abeles toplum sözleşmesi kuramının insanların hür olmak için bir araya geldikleri düşüncesini reddederek, LoBoate’nin “talihsiz rastlantı” adını verdiği, sonuçları öncesinin hatırasını ortadan kaldıracak, özgürlük arzusunun yerine kölelik aşkını koyacak denli vahimleşen bir başlangıç talihsizliğinden söz etmektedir. Yazara göre de devletin başlangıç noktası bu hadise de aranmalıdır.
Yazar kitabın ikinci bölümü olan “Tasarım Olarak Devlet” de ise devletin nasıl işleve sahip olduğunu karşılaştırmalı okumalarla ortaya koymaya çalışmaktadır. Yazara göre sistemci bakış açısından siyasal olan, bütünleştirici ve oyuncu bir kavrayışa batıyor; güç ilişkileri ikinci plana itiliyor ve iki sorun atlanıyor: iktidara erişim kipleri ve siyasal temsil biçimleri. Bunun karşısında, Marksist tarafta, siyasal ilişkiyi iktisadi bir tahakküme bağlayan determinist şema, siyasal olanın maddiliğini, dayanıklılığını ciddiye alanları tuhaf bir jimnastiğe zorluyor.(syf. 95)

Abeles bu noktada Weber’in düşünsel mirasından da yararlanılması gerektiğini düşüncesindedir. Zira Marksistlerin, bir toplumsal oluşumda bir grubun hangi koşullarda iktidara ulaştığını sorarak tahakkümün temelleri üzerine kendilerini sorguladıkları yerde, Weberci bir bakışla daha çok, insanların nasıl olup da ona itaat ettikleri araştırılacaktır.(syf, 97)
Bu noktada yazar, toplumsal olan ile siyasal olanın iç içe geçtiğini ifade ederek, itaat ilişkisinde temsiliyet kavramının önemine değinmektedir. Zira bir toplumun içinde sadece bir avuç azınlık temsil etmeye layık görülecektir. Bu anlamda ise yazara göre ritüellerin önemi büyüktür. Antropolojik yaklaşımın temel katkılarından biri de budur: seçimi, seçime bağlı pratikleri ve simgeleri konu alarak, siyasal olan ile toplumsal olanın karmaşıklığını ortaya çıkarmak.(syf.139)

Kitabın son bölümü olan “Temsiliyet Olarak Devlet” bölümünde ise siyasal etkinliğin bir simgesel etkinlik olduğu vurgulanmaktadır. Başkalarının temsilcisi olarak ortaya çıkan kamu adamının, ortak ataların, ya da birbirini seven ama bazen de sürtüşen baba oğulların öne sürüldüğü ittifakların- iyi günde ve kötü günde- yapıldığı bir aileden olduğunu belirtmekten de geri durmadığı ifade edilmektedir. (syf,181)

Bu noktada yazar tarafından, siyasal erkin ortak geçmişe dayandırılan bir kutsallaştırma ile itaat sağladığının vurgulanması noktasında modern-ulus devletlerin derinlerdeki gizli yönü keşfedilmiş gibi görünmektedir. Fransa’da siyasi liderlerin kendilerini bir şekilde geçmiş liderlerin veliahtı olarak sunmalarının da demokratik olma iddiasında olan ülkeler için sorgulanması gerekmektedir. Yine “beyaz evlilikler” ve birinin oğlu olmanın ya da “kızını alma”nın yerel ağlara ulaşmanın ve ulusal düzlemde bir görev elde etmenin en iyi yolu olması da geçmişteki kabile ilişkilerinin bir yansımasını oluşturmaktadır. Yani siyasal bağ ve iletim yolları değişmemiştir, değişen sadece onun sahneleniş biçimidir denilebilir.

Saint Simon; 1789 Kasım’ında kendisini seçim kurulu başkanı seçen köylülere hitabı bu açıdan kayda değerdir: “ İltifatınıza teşekkür ederim. Yalnız üzüntüm var: acaba beni sırf efendiniz olduğum için mi seçtiniz? Artık efendi yok beyler, burada hepimiz eşitiz. Herhangi bir yanlışlığa meydan vermemek için huzurunuzda kont unvanından ebediyen feragat ediyorum. Vatandaş olmak, kont olmaktan daha şerefli.”

Türkiye ve aslında dünya siyasal pratiği hususunda ise bu kitap üzerinden sorgulanması gereken en temel nokta aslında demokratik sistemin ardına gizlenmiş kabileci, feodal ve monarşik imgelerdir. Modern temsili demokrasilerin ne ölçüde demokratik oldukları yani temsil edebilme yetisinin toplumun geneline ne ölçüde yayıldığı meselesi, hala çözülememiş bir problem olarak mevcudiyetini korumaktadır. Bu anlamda modern demokrasilerin Saint Simon’un ifadelerindeki ruha ihtiyaç duyduğu açıkça ortadadır.

Candaş Can